Kovid-19 dünyaya yayıldığı ilk günden itibaren, her türlü komplo söylemlerine ve karşıt görüşlere rağmen, gerçeğin dile gelmesi ile virüsün biyolojik bir virüs olduğu gerçeğini değiştirmedi. Virüs bir biyolojik virüstür. Bulaşıcı bir solumun yolu hastalığıdır. Koronavirüs grubuna ait olan bu virüs, SARS şeklinde 2002 yılında Çin’de yarasalardan, MERS şeklinde 2012 yılında Suudi Arabistan’da develerden, KOVID-19 (yada yeni Koronovirüs) şeklinde 2019 yılında Çin’de yine yarasalardan insanlara bulaştığı düşünülmektedir.
Teknolojinin özellikle 5G’nin (5. Nesil Mobil Telekomünikasyon) bu virüsü ortaya çıkardığı yada yaydığı söylentileri ise başlı başına bir muamma. 5G teknolojisi ve altyapısının virüsü yaydığı iddiaları bir günah keçisi aramaktan öteye geçemedi. Bir günah keçisi tayin edilecek ise bu kesinlikle teknoloji olmamalı. Zira teknolojiyi de insanoğlu ortaya çıkarmıyor mu? “Kim idare ediyor?” derseniz, o da ayrı bir yazı konusu. Ayrıca, insan sağlığına etkileri ise ayrıca tartışılmalı.
Dolayısıyla, KOVID-19 bir biyolojik virüstür. Dünyayı kasıp kavuran ve hatta başka gündemlerin konuşulmasına bile engel olarak esir alan bu olay nasıl çıktı? Nasıl çıktığı, nasıl yayıldığı, mutasyona uğrayıp uğramadığı ile ilgili tartışmalar devam etmektedir. Önümüzdeki günlerde bunlarla ilgili daha detaylı bilgiye ulaşacağımızı düşünüyorum. Fakat bu bilginin ortaya çıkması ne kadar sürer, işte onun kestirmek kolay değil. Peki bu Koronovirüs denilen dünyayı kasıp kavuran illetin arkasında ne yatıyor derseniz, işte bunu anlamak ve varsa arkasında yatan gerçeği bulup çıkarmak her baba yiğidin harcı değil. Ne var, ne yok, elbetteki anlayacağız ama sanırım zamanı gelince. Klavye silahşörü olmaya gerek yok. Eski zamanlarda “ağzı olan konuşuyor” denilirdi. Şimdilerde ise “klavyesi olan yazıyor” olgusu oluştu. Şu an için ancak tahminler sözkonusu ve komplo teorileri biraz bekleyecek. Klavye sahipleri kendilerini beklemeye alabilirler.
KOVID-19, büyük bir salgın ve insanoğlunun büyük sınavı. Bunun yanında, ülkeler de büyük bir sınav ve mücadele veriyor. Bu bağlamda, başarılı bir sınav veren ülkeler arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) önemli bir yere sahip, hatta en ön sıralarda yerini alır diyebiliriz. Salgının başladığı günden itibaren gerekli tedbirler ve önemler alındı. Yerinde ve zamanında müdaheleler yapıldı. Vatandaş ise üzerine düşeni yaptı ve konulan tüm kurallara uydu. Ve sonuç derseniz, kısaca değinecek olursak, sadece 4 hasta kaybedildi. Toplam 108 vaka tespit edildi ve 104 hasta taburcu edildi. Şu an itibariyle tedavisi devam eden yada yoğun bakımda olan hasta bulunmuyor. Bu bağlamda, şimdilik en iyi durumda olan ülkelerden biridir diyebiliriz. Bu da ayakta alkışlanması gerek büyük bir başarıdır. Şapka çıkartmak gerek. Dünyanın dört bir yanından ölüm haberleri durmaksızın gelirken KKTC’nin uygulamış olduğu önlemler göz önünde bulundurulmalı ve diğer ülkeler de benzer önlemler alarak hareket etmelidir. İnsan odaklı olunmalıdır. Hiç bir şey insandan daha önemli olamaz. Bu kavranmış olunsaydı, ölümler daha az olurdu. Fakat, odakta insanlığın geleceği ve yeni yaşam düzeni var. Bu olgu üzerine planlar yapılıyor. Nedir bu olgu? İnsanların daha da kontrol altına alınmasını sağlamak. Online eğitim, online sağlık, online etkileşim, gibi kavramları temelli yeni yaşam düzeni...
Avantaj ve dezavantajları var. Teknoloji doğru ve insanlığa hizmet eder şekilde kullanılırsa bir sorun yok. Fakat, kötü amaçlar için kullanıldığı zaman, ortaya sorun olarak çıkıyor. Çünkü, bu durumda insan odaklı olmaktan çıkıyor. Koronavirüs ile birlikte asıl sorgulamamız gereken bu olmalı. Örneğin, yeni nesil sağlık sistemi. Herkesin, üzerine entegre edilmiş bir çip ile gezmesi itici olabilir. Bu insan için anında müdahale ve hayat kurturma için kullanılacaksa faydalı olabilir. Fakat, insanı yakından takip ve kontrol altında tutma amaçlı kullanılacaksa sorun büyük demektir. Devamı savaşlara bile yol açabilir. Hali hazırda var olan adı konmuş savaşlar ve adı konmamış savaşlar gibi.
Aslında, temelde teknoloji savaşları vardı kısa bir süre önce. Sonrasında bu enerji savaşlarına döndü. Şimdilerde ise yeni dünyalar peşinde koşuluyor. Tabi bu yeni dünyalar bulma kavramı yeni değil ama teknolojinin değişimi ve gelişimi ve beraberinde gelen enerji ihtiyaçları bu yeni dünyalar bulma arayışını unutturdu sanılıyor. Unutulmamalıdır ki arka planda uzun süredir devam eden bir arayıştır bu. Dünya tarihine bakacak olursak, savaşlarla dolu bir tarih görebiliriz. Coğrafi savaşlar en eskileri... Şimdi ise “biyolojik savaş” diye dillendirilen bir durumu yaşıyor gibi görünüyoruz. Aslında, teknoloji, enerji, ve yeni dünya savaşları diyebiliriz. Biyolojik olması bir araç gibi düşünülebilir. Dünya bir çıkmazda, çok yorgun. “İnsanlığın terbiye edilmesi için mi çıktı bu virüs” derseniz, bir şekilde çıktı ve bu gerçekle yaşıyoruz. Yaşamak zorundayız. Yeni bir yol bulunana kadar. Yada açıklanana kadar...
Yaşadığımız galakside enerji ihtiyacına göre, belli bir seviyeye gelmiş bulunuyoruz. Bu seviyeye gelmesi yüzyıllar sürdü ve günden güne artıyor. Bunun belirli ölçekleri var. En üst seviye de bu dünya yaşanmaz bir hale gelebilir ve en üst seviyeye ne zaman gelineceği konusunda kesin bir bilgi yok. Araştırmalar sürüyor. Başka dünyaların da araştırılıyor olması bu yüzden devam ediyor. Kısaca, virüs bu sürecin bir parçası olabilir.
Biz tedbiri elden bırakmayalım. Temizlik, hijyen, sosyal mesafe ve diğer önlemlere devam.
Prof. Dr. Cumali Sabah
ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu
Genel Sekreter ve Kalkanlı Teknoloji Vadisinden sorumlu Rektör Danışmanı
Elektromanyetik Alanlar ve Mikrodalga Teknikleri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi