Ufuk Aktuğ ile Halit Sapmaz, Şilti üstüme atınca; yazmaktan kaçış yok!
Şaka maka laf aramızda, iyi de oldu...
Günün şartlarına göre, iyi çalışıyorlar, dürüstler, kenti seviyorlar…
Can dostlar...
Teşekkürler İskenderun.Org.
Dip not: Bu gerekçeyle, babam Hazım Hastürk, eniştem Ahmet Perker, Mehmet Özkan, Suphi Levent, Fatih Ülkümen’i, bu kente kendini adayan gazeteci büyüklerimi saygı ile anıyorum...
*****
“İşte böyle” dendiğinde, hemen yapıştırırlar:
“Öyleyse senin Kabahatin yok” diye...
Var, var, Bal gibi var, bizim kabahatimiz…
Seçmesini beceremezsen, Orhan Kök kardeşimin dediği gibi “Yanlış ata oynarsan”, böyle ağlayıp durursun: “N’olcek bu kentin hali?” diye…
İki AKP Dönemi kentin kayıp yılları…
Vurgun yediğimiz yıllar...
Üstüne bir de 6 Şubat depremi...
Heyhaat…
Acıtıyor yaşam…
“……”
*****
Hala bekliyoruz, Bu ülke, bu kent düzelecek diye…
Yaş aldıkça heyben doluyor ama;
beraberinde getirdiği açmazlar acıtıyor insanı…
4 duble Karaağaç boğmasını içip ‘Hele Meryem Ti’yi ya da ‘Aysel Kız’ı oynayamıyorsun eskisi gibi…
Eskisi Gibi sevemiyorsun sevdiğine sarılamıyorsun…
Hele hele, geçmişte, Faytoncusunun 4 dil bildiği bu kent ve yaşantısı daha da acıtıyor insanı bugünleri görünce…
12 tane kent merkezindeki gece kulüpleri…
Çorbacısının, kebapçısının, hamamcısının, sabaha kadar açık olduğu zamanlar...
Esnafının ve yaşayanın mutlu olduğu dönemler…
Baskısız dönemler...
‘Abdülhamit Ölecek’ Aaaaa diye bağıran Tarzan, Türkan Şoray ablam…
Karanfilli İsmail Akıncı’nın yaşadığı zamanlar.
Ne nankörmüşüz.
O zamanları beğenmiyorduk, düştüğümüz hallere bakın…
*****
Eeee... Kaldırım daralttılar…
Ne bu denizi göremiyoruz...
Vah İskenderun, vah!
Yani denizi gördün mü, bir de geniş kaldırımda sereserpe yürüdün mü, olay tamam mı?
Düğünde, kaynana yeni geline kızar, “Kız kalk oynasana ne oturuyon?” Gelin süzülür, “Yer dar oynamam” der. Tıpkı yeni gelin gibiyiz yahu. Dar kaldırım sıkıntısı… Üstelik denizi görmek ile geniş kaldırıma fit olursun, akşam da televizyonun önünde uyuya kalırsın. Son durak Çankaya. Ot gibi gelirsin, ot gibi gidersin.
Her evde üç tane araba var.
Trafik başa bela…
Buldunuz bir şeyler yapan belediyeyi, bütün müdürler yakışıklı olsun istiyorsunuz…
Yağma yok…
Kaldırım daraltılması belediyenin cuk oturan hizmeti.
Ama sahildeki diğer çalışmalar, Çevre Bakanlığı’na ait…
Bilesiniiizzz…
*****
Augusto Pinochet toplar bütün vatandaşı sıraya dizdirir. Vatandaşa fırça atacak…
Kürsüye gelir, tam konuşacak, kalabalıktan “Hapşuuuu” diye bir ses gelir.
Diktatör sorar kim hapşurdu diye, kimseden çıt yok!
Sinirlenir, birinci sırayı kurşuna vurdurur.
İkinci sırayı, yine ses yok…
Vatandaş patır patır dökülür.
Son sıraya gelince, son defa soruyorum, kim hapşurdu der. Cılız Carlos elini kaldırır ben der… Pinochet “Çok yaşa yavrum” der…
*****
Bu kenti ve ilintili olarak 60 ile 70 yaş arasındaki insanları vuranlar seçilmişler oldu.
Atanmışlar, bu kentin değerlerini farkettiler, anladılar. Seçilmişlere bir türlü izah edemedik. Kaldırım, asfalt yamamayı, kumsalı yok edip kayalarla doldurmayı hizmet bellediler…
Allah aşkına, rab aşkına bu kente dışardan para girişi yok…
Ahmet’in cebindeki para iki gün sonra Mehmet’in cebinde.
Kısır döngü. Mutsuz, insanlar…
Denizimizi, kumsalımızı, yemeğimizi, güneşimizi, yaylamızı, kültürümüzü satamıyoruz.
Küçük düşünüyoruz!
Kent saat 20.00’den sonra terkedilmiş kasaba kimliğine bürünüyor.
Bir sahil kenti düşünün Plajı kent dışında; trajedik yahu.
Adam gibi bir balık lokantası yok…
Futbolcu heykeli dikmişsin, İskenderun’un ünlü topçularının adı yok.
Meral Kaysı üstadımın balıkçı heykelini taaa bilmem nereye atmışsın… v.s.
Balıkçı Barınağı ile Askeri lojmanlar arasındaki 3 kilometrelik sahil bandında Ortadoğuluyu ve çevre illerimizdeki insanları ağırlayabilecek, para girdisi oluşturacak duruma dönüştürmeliyiz…
Nar Bahçesi ile Gümüş Balığı Festivali ile çözülecek işler değil…
*****
Umudumuz var mı? Tabi ki var...
Biz 68 Kuşağı son Carlos vurulana kadar buradayız.
Başkan Mehmet Dönmez‘in liman kalıntılarıyla ilgili ve diğer çalışmalarını önemsiyorum.
İnanmalıyız… Deniz, güneş, kumsalımız, Soğukoluğumuz, Atik Yaylamız, yemeğimiz, kültürümüz ve rakımız… daha ne olsun…
Eğe’den neyimiz eksik ki?
Napolyon ne demiş…