Sosyal Haklar Derneği (SHD) Genel Başkanı Melda Onur, dernek üyeleri ve İskenderun Temsilcisi Avukat Bülent Akbay, depremin ikinci yılında deprem suçları ve raporu başlıklı bir çalışma yaptıklarını belirtti.

Kocaeli'den Marmara'ya net mesaj: O tesisler çalışmazsa Marmara'nın sonu ölüm! Kocaeli'den Marmara'ya net mesaj: O tesisler çalışmazsa Marmara'nın sonu ölüm!

SHD Genel Başkanı Melda Onur, Türkiye de vatandaşların insanca yaşayabilmelerini ve önlenebilir küçük dokunuşlarla faciaların önüne geçilebilmesi için dernek olarak bir çalışma içerisinde olduklarını belirterek,” İki gündür Hatay’da arkadaşlarımla deprem sonrası neler yapıldı. insanlarımızın yaşamlarına nasıl dokunuşlar yapıldı onları yerinde görmek için geldik. ”dedi.

SHD’nin İskenderun temsilcisi Avukat Bülent Akbay, depremin ikinci yılında bir rapor çalışması yaptıklarını belirterek şunları söyledi:

“  İki yıldır depremde yakınlarını kaybeden ailelerin isyanlarını dinliyoruz. Ailelerin adalet arayışları hiç bitmedi. Depremde en az 53 bin 725 kişi hayatını kaybetti, 107 bin 213 kişi yaralandı. Adalet Bakanlığı 2 bin 31 adet soruşturma dosyası açıldığını, bunlardan 1. 397'si hakkında iddianame hazırlandığını duyurdu. Yani soruşturma dosyalarının neredeyse yarısında henüz dava açılmış değil.

Deprem nedeniyle açılan davalarda sadece 75 tanesi ilk derece mahkemesi tarafından karara bağlandı. Bu kararlar henüz kesinleşmedi. Bu davaların birinde caydırıcı olabilecek olası kastla ceza verilirken, gerisinde taksir nedeniyle ceza verildi.  Açılan soruşturmaların % 97,3’ünde ve açılan davaların %98,2 isinde henüz karar yok. Kamu görevlilerin hakkında açılan dava ve verilen ceza yok. Adalet bakanlığının verilerine göre deprem nedeniyle süren yargılamalarda 134 kişi tutuklu. Buna karşılık 1.327 sanığın tutuksuz olarak yargılanmasına devam ediliyor. Muhtemelen önümüzdeki yıl deprem suçlarından dolayı tutuklu sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek.  

Adalet Bakanlığının verilerine bakıldığında tutuklama müessesinin geçen iki yılda adil ve eşit uygulanmadığına tanık olduk. Siyasi iktidara yakın bazı müteahhitlerin hiç tutuklanmadığına ve hatta haklarında sayısız iddia olduğu halde soruşturma dahi açılmadığını gözlemledik. Buna karşılık tutuklu olan bazı müteahhitlerin “onlar dışardayken biz niye içerideyiz” isyanlarına tanık olduk.  Kişiye göre yargılamanın yarattığı adaletsizlik deprem suçluların bir bir tahliyesine yol açmış ve yurttaşların adalet umudu yok edilmiştir.

Depremin ikinci yılında depremzedelerden duyduğumuz isyanlardan biri hiç kuşku yok ki “ Yargıda Adaletsizlik” oldu. Deprem davalarına bakan hukukçular ısrarla sanıkların “Olası kast” suçlamasıyla yargılanmasını talep ettiler. İhmali davranışla açıklanmayacak, kasıtlı eylem ve işlemlere dikkat çektiler. Buna karşılık davalar ikame edilirken ve soruşturmalar yürütülürken “taksir nedeniyle” işlemler yapıldı.

Kısaca açıklamak gerekirse “olası kastla” dava açılmış ve sanıklar bu maddeye göre ceza almış olsalardı her bir ölüm için ayrı ayrı ceza alacaklardı.

SHD olarak sosyal cinayetlerin önlenebilir olduğuna sürekli vurgu yapıyoruz. Deprem de öngörülebilir bir doğa olayıdır. Mademki deprem değil binalar öldürüyor o halde sorumluluğu olan herkes olası kasttan yargılanmalıdır. Suç vasfını değiştirerek sosyal cinayetlere “ mukadderat” kılıfı geçirerek suçluları cezadan kurtarma uygulamaları kabul edilemez.

İmar Affı kararlarının idam fermanı olduğunu öne süren Akbay Açıklamasına şöyle devam etti:

“2018 yılında imar barışı/affı adı altında bir kanun çıkarıldı. Bu kanun sayesinde siyasal iktidar inanılmaz bir gelir elde etti. Milyonlarca bina bu yasadan yararlanarak kaçak binalarını yasal hale getirdiler. Hem de sadece başvuru sahibinin beyanını yeterli buldular. Binaların risk durumuna ilişkin herhangi bir denetim yapılmadı.  Parayı basan kâğıt üstünde yasallık kazandı. Parayı alan idare olası bir afette olabilecek can ve mal kayıplarından sorumluluktan kurtulma düşüncesiyle kanuna geçici bir madde eklemişti.  Eklenen geçici 16. Maddede, "Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır"  denilerek Anayasal yükümlülüğünden kurtulmayı amaçlamıştı. İmar affını çıkarırken yöneticilerin umurunda olduğu tek şey oy ve para olmuştu. 

Böylece 6.Şubat depremlerinde on binlerce insanın ölümüne yol açan felaketin yollarını döşediler. Sadece 6 Şubat’ta deprem yaşanan bölgede 300 bine yakın binanın imar affından yararlandığı düşünüldüğünde imar affını çıkaran yetkililerin on binlerce insanın ölümünden doğrudan sorumluluğu olduğu aşikârdır. Devletin yaşam hakkını koruma sorumluluğu var. Bu anayasal bir zorunluluk olup yasa ile bu sorumluluktan kurtulamaz.

Nitekim yıllar sonra Anayasa Mahkemesi bu geçici maddeyi iptal etti. Devletin can ve mal güvenliği sorumluluğunu imar affı ile mal sahiplerine devredilemeyeceği, devleti devlet yapan bir sorumluluktan kaçınılamayacağını vurgulandı.

Siyasal iktidar ne yazık ki bilim ve tekniği hiçe saymaya kamu yararını gözetmeyen politikalara devam ediyor. Oysa son yıllarda neredeyse tüm doğa olayları ülkemizde felakete dönüşüyor.

Belediyeler ve Şehircilik İklim Müdürlükleri yapıları denetleyen ve onaylayan makamlardır. Depremde yıkılan binalarla ilgi birçok bilirkişi raporlarında kusurlu oldukları saptandı.  Bu kadar ağır suçların işlendiği bir ortamda kamu görevlilerin halen yargı önüne çıkarılmamış olması izah edilemez. Bu süreçte bir tek kamu görevlisi tutuklanmadı ve hakkında zorunlu soruşturma açılanlar ise prosedürler bahane edilerek yargı önüne çıkarılmaları engelledi

Diğer bir ifadeyle halk adına denetim yapmak ve halkın can ile mal güvenliğini korumakla görevli olan bu kamu görevlileri hem halkın vergileriyle maaşlarını alacaklar, hem de neredeyse tek yetkili olarak imar sürecinin her aşamasında yer alıp sayısız imtiyazdan yararlanacaklar, ama sorumluluk almaya gelince sırra kıdem basacaklar. Bu kamu görevlileri de depremin 2 yılının sonunda yargılanmadılar, tutuklanmadılar, açığa alınmadılar ve ödüllendirildiler.”

EVLER ÜCRETSİZ TESLİM EDİLMELİ

Akbay, depremde evi yıkılan insanların evlerinin yapılması ve hatta ücretsiz yapılıp teslim edilmesi hukuk devletinin ve Anayasal kuralların gereği olduğunu belirterek şöyle devam etti:

“ Devlet yurttaşların barınma hakkına kayıtsız kalamaz. Yönetenler ne yazık ki Anayasada düzenlenen yurttaşların barınma hakkını ihlal edecek şekilde uygulamalar gerçekleştiriyor. Bir daha ifade edelim ki karşılıksız olması gereken yapıları ücreti mukabilinde ve depremzedeyi yeni belirsizliklere sürükleyecek şekilde gerçekleştiriyor. Yurttaşı bankalara karşı çaresiz bırakıyor. Banka ile depremzede arasında sözleşme yapıldığı söylense de depremzedeye “ Afet Borçlanma Senedi ” adı altında sözleşme değil senet imzalatıyor. Hem de meblağ bölümleri ve taksit sayısı boş olarak. Depremzede adeta bir tefeciye düşmüş gibi ne kadarlık bir süre için ne kadar ödeme yapacağını bilmeden borç senedini imzalamaya zorlanıyor.  Hukuki olarak bir sözleşme olmadığı halde depremzedenin sanki koşul ileri sürme veya itiraz etme hakkı varmış gibi sunup depremzedeyi zapturapt altına alıyorlar.”

Deprem Sonrası Yasam+1Deprem Sonrası Yasam+2

Editör: Ufuk Aktug