En güzel yolculuk kendini tanıma yolculuğudur. Kendimizi tanımadan başka bir şey bilmemiz mümkün değildir. İnsan bu alemde çalışıp ticaret ve ziraat yapmak, kendi zatına hidayet tahsil etmek için gelmiştir.
Kendini bilen Allah’ı bilir. Yüce Allah Sad süresi 71-72 ayette ‘’ ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamladığım ve kendi ruhumdan üflediğim zaman derhal secdeye kapanın’’ diye bildirmiştir.
Tabiatımız 4 ana unsurdan oluşmaktadır. Bu ana unsurlar dört tabiat denir; sıcaklık soğukluk, nemlilik ve kuruluktur. Sıcaklık ve soğukluk suyu, toprağı ve diğer ana bileşenleri hareket ettirir. Toprak hava, su ve ateş, toprak su ile nemlendirilerek şekil verilir, şekil verdiğimiz bir şeyi devamlılığını sağlayabilmek için kuruması gerekir, nemlilik olmazsa cisim şekil kabul etmez, kuruluk olmazsa o şeklin devamı olmaz.
Bu dört ana unsurun insan vücudunda karşılık gelen dört sıvı vardır, sarı safra, lenf, balgam ve kan olmak üzere. Karaciğerin vazifesi mideye gelen çeşitli yemekleri kana çevirip 7 uzva gıda olarak sunmaktır. Karaciğerde oluşan kanda bir tortu meydana gelir, buna sevda(lenf) denir. Dalağın vazifesi o lenfi kandan çekip atmaktır, kanın üzerinde bir köpük meydana gelir bu safra olur, safra kesesinin görevi bu safrayı toplamaktır. Kan karaciğerden çıktığında ince ve kıvamsızdır, böbreğin vazifesi kanın suyunu almaktır. Böylece kan sıvısız ve sevdasız olarak dokulara gönderilir. Safra kesesinde bir sıkıntı olursa kanda safra kalırsa sarılık ve kan hastalıkları oluşur. Dalağa bir arıza gelirse kanda sevda kalır ve sevdavi hastalıklar oluşmaya başlar. Böbrekte bir arıza olursa, kanın içinde su kalırsa istikrar hastalığı( derinin altında su toplanması) meydana gelir. İnsanın içindeki ve dışındaki parçalarının her birisi bir iş için yaratılmıştır. Bunlarsız beden kusurlu olur. Bu dört sıvı yediklerimizin mide ve bağırsaktan sonra karaciğere uğraması ve orada işlem görmesinden sonra oluşur.
Kanda bu dört sıvıdan hangisi ağır basarsa kişi o mizaca sahiptir, o sıvının unsurunun özelliklerini taşır, kadim tıp ilminin gayesi dört tabiatın dengede olmasını istemektedir. dengede olan kişilere mutedil mizaç olarak kabul edilir. Mizacı daha iyi anlamak için bir kandil düşünün; kandilin fitili insan bedeni, sıvısını; yediklerimizi karaciğerin dönüştürdüğü kan, ateşi; vücuttaki enzimlerin gelen kanı işlemesi ve ışığını insan ruhu olarak düşünelim. Eğer kandilin ateşini fazla açarsan çıkan ateş siyaha dönüşüyor. fitil fazla yağ emip bir daha yağ kabul etmez duruma gelince kandil bozulur. Kandil bozulursa insani ruhu da bozulur. Dört mizacı bir odanın dört duvarı gibi kabul edin, kandilin ışığı hangi tarafa yansırsa o taraf duvar aydınlanır.
Fiziki akıl, kişinin mizacı mutedil olduğu müddetçe his ve hareket kuvveti gibi latif manaları kabul eder. Fiziki akıl mizacı hararet(sıcak) bürudet(soğuk) illeti yada başka bir sebeple bozulursa beyin kandilin ışığı gibi yediklerimizden oluşan latif buharı kabul etmez olur. Tıpkı ayna gibi, ayna pastan temiz olursa, karşısındaki şekilleri görmek mümkün olur. Ama ayna pas sebebiyle bozulduğu zaman, o şekilleri kabul etmez olur. Fiziki akıl mutedil bir mizaç üzere kurulmuştur. Mutedil mizaç bozulunca his ve hareket kuvveti kabul etmez. Kabul etmeyince de, insan bedeninin azaları Allah’ın nurunu kabul etmekten mahrum olur hissiz ve hareketsiz kalır. Kandilin ateşi latif buhar gibi dimağa ulaşınca mutedil olur, damarlar içinde kan nabız hareketiyle dimağa ve azalara ulaşır. Göz görme kuvveti, kulak işitme kuvveti diğer duyularımız kuvvet bulmaya başlar. Alemdeki acayip işleri bilmek, duyular yoluyla mümkündür.
Her çağda insanoğlu kendi bedenini merak edip araştırmıştır, son bir asır hariç, insanoğlu insanı parçalara ayırmadan bir bütün olarak incelemiştir. Ruh, zihin ve bedeni bir bütün olarak ela alıp insan vücudunun nasıl çalıştığını araştırmıştır. Yaklaşık 150 yıl önce, insan bedeninin nasıl işlediğinin büyük bir oranda çözülmüş olduğunu yazılan eserlerden anlaşılmaktadır, varılan sonuç hakikatten öte gidememiştir. Hakikate ulaşılmış ancak, kendini tanımayan insanoğluna sahte bilgileri gerçek kabul ettirilip aydınlandığına çok güzel inandırılmıştır. Gerçek bilgi hazine gibidir, onu sorgulama yeteneğini kaybetmemiş kişiler emek ederek ancak ulaşabilir. Her dönemde kitaplar esastır, bir büyüğümüzün tabiri ile ‘‘insanoğlu ile paylaşılan bilgiler çöpe atılanlardır’’.
Değişim tedavinin anahtarıdır.