Osmanlı Hac Yolculuklarında Payas, Belen ve Antakya Menzilleri... Osmanlı döneminde hacca gitmek yalnızca bir ibadet yolculuğu değil; aynı zamanda bir coğrafyanın, bir medeniyetin, bir kimliğin içinde yapılan kutsal bir yürüyüştü.
Bu yürüyüşün geçtiği yollar, uğranılan menziller ve yaşanan hatıralar, zamanla sadece hacıların değil, şehirlerin de kimliğini şekillendirmiştir. Dört asır boyunca (1516–1918) Osmanlı hâkimiyetinde kalan Antakya, Payas, Belen, Bakras ve İskenderun bu yürüyüşün Doğu Akdeniz’deki kadim durakları olmuştur.
28, 29 ve 30. Menziller: Payas, Belen, Antakya
Menâzilnamelere göre Osmanlı surre alayı İstanbul’dan yola çıktıktan sonra sırasıyla Payas (28. menzil), Belen (29. menzil) ve Antakya (30. menzil) üzerinden Şam’a ulaşırdı. Bu bölgeler, hacı kafilelerinin dinlendiği, konakladığı, bazen hastalarını bıraktığı, bazen yeni katılımların olduğu kutsal geçitlerdi.
Her menzilde, surre alayı yerel yöneticiler tarafından karşılanır, ev sahibi vilayetlerce ağırlanır ve güvenliği sağlanarak bir sonraki idari bölgeye teslim edilirdi. Örneğin, Adana Beylerbeyi Antakya’ya ulaşan kafileleri Halep Beylerbeyi’ne teslim ederdi. Bu devlet aklı, hac yolunu sadece fiziksel değil, siyasal ve diplomatik bir hat hâline de getirmişti.
Payas: Sarp Geçitlerden Deniz Kenarına Açılan Gönül Kapısı
Payas, Osmanlı hac yollarının en canlı kasabalarından biriydi. Misis, Kurtkulağı ve Demirkapı’dan gelen yollar burada birleşir, Sokullu Mehmet Paşa tarafından inşa ettirilen Sokullu Külliyesi hacıların nefes aldığı bir sığınağa dönüşürdü. Caminin şadırvanında abdest alınır, hanlarda konaklanır, hamamlarda yıkanılırdı.
Menâzilnameler, Payas’ın limon, turunç, incir ve üzüm bahçeleriyle dolu olduğunu, kasabanın narenciye kokularıyla karşılandığını aktarır. Hacıların her aradığı burada bulunurdu. Ancak bu bolluğun yanında eşkıya tehdidi de sık sık belirtilmiştir; bu sebeple yaz gecelerinde hacılar menzile inmemeyi tercih ederdi.
İskenderun: Frenklerin Pazarından Hac Yoluna Açılan Kapı
Payas’tan altı saat mesafede yer alan İskenderun menâzilnamelerde genellikle “Frenklerin iskelesi” olarak geçer. Frengi balyoz sarayları, Rum halkı, meyhaneler, ama hacılar için mescit veya hamamın olmaması dikkat çekici bir detay olarak aktarılır. Yani şehir hem Osmanlı tebaasının hem Avrupalı tüccarların buluşma noktasına dönüşmüştü.
İskenderun’da kurulan çadırlar, kalenin gölgesinde yapılan dualar, Fransız ve Levantenlerin alışveriş pazarları arasında geçen bekleme anları; hem mistik hem sosyo-ekonomik bir geçiş bölgesi olarak limanı öne çıkarmaktadır.
Belen ve Bakras: Dağın Eteğinde Dinlenen Dua
İskenderun’dan sonra yol Belen ve Bakras gibi dağ geçitlerine doğru sarplaşır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Tebriz Seferi dönüşü buraya uğrayarak cami, han ve hamam inşa ettirdiği aktarılır. Hacıların burada konaklaması için “Yeni Han” adı verilen büyük kervansaray yapılmıştır.
Bakras ise hem soğuk suları, hem de lavaş ekmeği, pekmezi, meyveleri ve basluk (kefter) sucuğu ile bilinirdi. Hac yolunun bu durağı halk kültürüne de sızmış, köyün adıyla bütünleşmişti.
Antakya: Habib-i Neccar’ın Şehri, Kutsal Bir Uğrak
Yedi dağla çevrili, Asi Nehri’nin göğsünden aktığı Antakya, sadece bir menzil değil, aynı zamanda ziyaret merkezidir. Hacılar burada Habib-i Neccar ve Şemun hazretlerinin kabirlerini ziyaret eder, dua ederdi. Menâzilnameler şehrin büyük surlarından, zengin pazarlarından, bağ ve bostanlarından, türbe ziyaretlerinden övgüyle bahseder.
Müellifler, şehrin Bizans döneminden kalma görkemli surlarına rağmen harabe hâlini, 1759’daki büyük depremin izlerini, İstanbul’u kıskanan bir Bizans imparatorunun Asi kıyısına kurduğu şehir efsanesini de aktarırlar.
Yolun Hikmeti: Hac Değilse Bile Hacılarla Kalmak
Bazı menâzillerde anlatıldığına göre, Kayseri’den yola çıkan üç aile Hassa’nın Hacılar köyüne gelip burada rüyada aldığı bir işaret üzerine hacca devam etmemiş, köye yerleşmiştir. Böylece “Hacılar” adını almıştır. Bu tür rivayetler, yolculuğun yalnızca fiziksel değil, mistik bir tecrübe olduğunu da gösterir.
Bugün modern ulaşım imkânlarıyla hac yolculukları birkaç saatlik uçuşla tamamlanıyor olabilir. Ancak Payas’ın narenciye kokan hanları, İskenderun’un hep dolu olan limanı, Belen’in sarp dağları, Antakya’nın türbeleri hâlâ geçmişin o kutsal yürüyüşünün izlerini taşıyor.
Bu topraklar yalnızca hacı geçirmiş değildir. Bu topraklar, duaların, gözyaşlarının ve binlerce yıldır değişmeyen arayışların geçiş yoludur.
İskenderun’dan Hicaz’a uzanan bu hat, artık haritalarda değil; menâzilnamelerde, halk hikâyelerinde ve şehirlerin taş hafızasında yaşamaktadır.
Kullanılan Kaynaklar ve Atıflar
1. Kâtip Ahmed Çelebi, [1677], Menâzilü’l-Hac. Yolculuğuna Edirne’den başlayan müellif, güzergâh üzerindeki menzilleri ve gözlemlerini ayrıntılı şekilde kaydetmiştir.
2. Menâzilu’t-Tarîk ilâ Beytillahi’l-Atîk, Misis, Kurtkulağı, Payas, İskenderun, Bakras ve Antakya üzeri alternatif güzergâhları ve menzil detaylarını vermektedir.
3. Seyyid Hanîf el-İstanbûlî, Hâsıl-ı Hacc-ı Şerîf li-Menâzili’l-Harameyn, Hac yolculuğunu na’tlar ve kıssalar eşliğinde menzil menzil anlatır. İskenderun, Payas ve Antakya geçişlerine dair duygusal ve gözleme dayalı bilgiler içerir.
4. Mustafa Senâî, Menâzil el-Hac ve Menâsik el-Hac. Hac menzilleri hakkında en mufassal bilgiye sahip risaledir. Payas, Belen, Antakya menzillerini detaylı anlatır.
5. Ali Şükrü, Menâzil’ul Hac. Sultani nüshası ile dikkat çeker. Payas, Belen, İskenderun ve Antakya’nın fiziki, sosyal ve mimari detaylarına dair bilgiler sunar.